20 Ocak 2011 Perşembe

SOSYAL GÜVENSİZLİK SİSTEMİ


Güvensizlik, modern ya da modernleşmekte olan toplumların başlıca sorunlarından biri haline gelmiştir. İlk başta bu sorunun modernlikle ilgili olduğu konusunda fikirsel kopukluklar yaşanabilir. Ancak biraz detaya inildiğinde “toplumsal güvensizliğin” modernleşmeden sonra çok daha belirgin hale geldiği görülmektedir.
Geleneksel üretim döneminde daha çok kendi kendine yeten bir ekonomi söz konusuydu. Fakat özellikle sanayi devriminin getirisi olan makineleşme ile birlikte seri üretime geçilmesi, serbest ekonomi anlayışını doğurdu ve üretim tekelleşti. Önceden insanların yaptıkları işi makineler yapmaya başladığı için, insan gücüne olan gereksinim makineyi kullanmakta yetkin olabilmekle sınırlandırıldı.
Geleneksel üretim döneminde bir ürünü üretebilmek, üretimin her aşamasında yetkin olmayı gerekli kılmaktaydı. Seri üretim anlayışında ise üretim aşamalarında odaklanma söz konusudur. Yani çalışan, üretimin bir aşamasında yetkin olabilmektedir. Çoğunlukla diğer aşamalara dair ne bilgisi ne de söz hakkı olabilmektedir. Bu durum kişinin, ürüne karşı yabancılaşmasına neden olmaktadır. Yabancılaşma ise güvensizlik sorununu açığa çıkartan bir durumdur.
Ürüne karşı yabancılaşma, aslında kişinin kendi emeğine karşı da yabancılaşmadır. Üretimin parça parça gerçekleştiği seri üretim anlayışında, çalışanın üretimin diğer aşamalarındaki çalışan kesimle bağlarının olmaması ( ya da bu bağların zayıf olması), aslında bir çeşit ortak paydada oldukları, ancak tanımadıkları çalışma arkadaşlarına da yabancılaşmaları demektir. Diğer insanlara ve mekana yabancılaşma da bu “yabancılaşma tozuluna” katılınca ortaya hepsinin karışımından oluşan bir yabancılaşma doğar ki o da kişinin kendisine yabancılaşmasıdır.
Yeni düzende, kişinin kendine yabancılaşması durumuyla tezatlık olarak algılanabilecek şekilde “bireysellik” ön plana çıkmaktadır. “Modern dünyadaki” iş bölümü ya da mekanın kullanımı “birey” olarak var olmayı zorunlu kılmaktadır. Katı olarak sürekli dillendirilen birey olma tezahürü aslında bireyin modern dünyadaki yalnızlık durumunun üstünü örten bir mekanizmadan başka bir şey değildir. Aşırı bireycilik anlayışı, modern devletlerin kendi varlıklarını koruyabilmeleri için ürettikleri bir söylemdir. Bu anlayış ile toplumda oluşabilecek konsensus neticesinde kendilerine karşı doğabilecek tehlikelere karşı önlem almış olmaktadırlar.
Makineleşme ve seri üretim ile birlikte meydana gelen nüfus artışı ve göçler, metropol yaşamda zaman ve mekanın yetersizleşmesi, ayrıca insanların birbirileriyle sürekli rekabet halinde olma durumunu doğurmuştur. Artan işsizlik ve emeğin sömürüsü ile de modern devletlerin can damarı olan kaos iyice belirgin hale gelmiştir. Modern dünyanın kaosu, güvensizliği getirmiştir. Modern devletlerin çözmeyi vaat ettikleri sorunlar aslında bir bakıma beklenilen ve öngörülen sorunlardır.
Artık “modern” devletlerin “modern” sorunları vardır. Güvensizliği de bu sorunlardan biri olarak ele almak gerekmektedir. Toplumun üyeleri, tam da istenildiği üzere birbirilerine karşı sosyo-kültürel, ekonomik ya da psikolojik durumlarda güvensizlik içinde olup birbirilerine karşı gittikçe yabancılaşmaktadırlar.
Bireysel olarak tanımadığımız, sözlük anlamıyla “yabancı” insanlar artık gözümüzde potansiyel hırsız, cani, sapık, dolandırıcı gibi toplumsal düzeni bozucu unsurlardır. Otobüste arkamızda duran adamın tacizci, yolda düşüp bayılmış birinin kapkaççı olabileceği düşüncesi anlık da olsa zihinlerimizde yer kaplayabilmektedir. Aslında düzenin bu gibi eylemler nedeniyle bozulabileceği fikri ve bunun yarattığı korku nedeniyle düzen bozulmaktadır. Yani tüketim çağının “korku” özelliği bu perspektiften de vuku bulmaktadır.
Toplum üyelerinin birbirilerine karşı olan güvensizliğinin yanı sıra, devlet de toplum üyelerine karşı güvensizdir. Muhtelif zamanlarda, muhtelif kurumlara ve yerlere yerleştirilen sivil polisler, önlemsel telefon kayıtları ya da bazı resmi meselelerde istenilen sabıka kaydı bu durumun birkaç göstergesidir. Ayrıca sabıka kaydı olan ve toplumda yer almaya çalışan üyelerin resmi dairelerde görev alamama durumu da devletin önyargısal güvensizliğinin kanıtıdır.
Güvensizlik meselesine bir başka açıdan bakacak olursak, toplum üyelerinin devlete karşı olan güvensizliğinden bahsedebiliriz ki; bu da en çok adaletin işleyişinde kendini göstermektedir. Bürokrasinin adaletin işleyişini yavaşlatması ya da zaman zaman olanaksızlaştırması insanların devlete, dolayısıyla toplum içinde güvende oldukları söylemine karşı olan güvensizliklerinin sadece bir boyutudur.
Gelişme ve ilerleme ölçeğinde olumsuzlanamayan modernleşme, “güven” meselesi içinde handikapa dönüşmektedir. Çünkü modern dünyanın modernleşmekte olan insanları, modern bir sorun olan güvensizlik içinde “bireyselleştirilmektedirler”. Birbiriyle çelişkili bu kavramların böyle anlamsal bir bütünlük oluşturmaları, içimize işlemiş güvensizliğin daha da pekişmesine neden olmaktadır.

Duygu Çavdar
(Bu yazı Kültür Mafyası'nda yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder